Dalgalar bütün öfkesini kusuyor, sanki bütün hiddetiyle saldırıyordu tekneye. Kocası denizin ortasında bir ceviz kabuğu gibi sallanan teknede çaresizce koşuşturmaktaydı. Kucağında canından çok sevdiği kızı ile bir köşeye büzülmüş şimdiye kadar hiç ihtiyaç duymadığı hatta her fırsatta inanmadığını dile getirdiği tanrısına yakarıyordu, Allahım bize yardım et!
Tüm yakarışlarına rağmen aniden gelen dalga tekneyi altüst ederek hepsini bir yana savurdu. Kadın bir yandan dev dalgalarla mücadele ederken bir yandan da kızını tutmaya çalışıyordu. Yardım ister gibi gözleri kocasını aradı. Her ihtiyaç duyduğunda yanında olan o çok sevdiği kocası görünürde yoktu. Seslendi, bağırdı avazı çıktığı kadar ama hiçbir cevap alamadı. Feryatları dalgaların uğultusuna karıştı:
“Yusuuuuuffff, yusuuuuuuufffffff..”
Kucağında sımsıkı tuttuğu kızı ile azgın dalgalar arasında çırpınıyor suyun üzerinde kalmaya çalışıyordu. Kollarında derman kalmamıştı, tam ümidini kesmişken az ileride bir can simidi gördü. Ona doğru hamle yaptı, simit geri kaçtı. O çabaladıkça can simidi onlardan uzaklaşıyordu. Kızının kollarının arasında olması da ulaşmasını engelliyordu. Ama annelik duygusu yaşamaktan da öteydi, ne olursa olsun kızını bırakamazdı. Öleceklerse kızıyla birlikte ölecekti.
Nihayet can simidine yaklaştı ve uzandı. Tam tutacakken kızı kollarının arasından kaydı. Can simidini bıraktı kızına doğru uzandı ama dalgalar müsaade etmedi, aksine ondan uzaklaştırdı. O ulaşmaya çalıştıkça dalgalar onu bir yana kızını bir yana savurdu. Çıldırmış gibiydi, onca uğraşına rağmen kızı gözlerinin önünde yitip gitmişti.
O çok sevdiği deniz, kocasını, biricik kızını elinden almıştı. Artık hayatta kalmak için hiçbir nedeni yoktu. Kendini dalgalara bıraktı ama deniz onu inatla su yüzünde tutarak batmasına izin vermedi. Dalgalar onun yanından geçip gidiyordu. Kızı kucağındayken uzaklaşan can simidi de yanındaydı, o nereye sürüklense o da onunla birlikte geliyordu. Sanki deniz onunla dalga geçiyordu.
İki gündür ufkun sonsuz maviliğine nefretle bakıyordu. Tanrı onu cezalandırır gibi hayatta tutuyordu. Güneşten yüzü çatlamış açlık ve susuzluktan dermanı kalmamıştı. Yaşamdan umudunu kesmesine rağmen etrafından geçip giden köpek balıkları da ona yaklaşmıyordu.
Neler oluyordu? Neden ölmesine müsaade edilmiyordu? Neden kocası ve kızını almasına rağmen o hala yaşıyordu. Neden, neden bir türlü anlamıyordu. Sonunda; tanrı beni cezalandırıyor, diye düşündü.
O sırada aniden bir ses duydu ve korkuyla kaçmaya çalıştı. Dermansız kollarından kurtulan can simidi ileriye fırladı. Nihayet sonsuz mavinin derinliklerine kaymaya başladı. Sonunda huzura ulaşacak çok sevdiği kızı ve kocasına kavuşacaktı. Onların hayaliyle gözlerini kapadı.
Uyandığında bir gemi kamarasındaydı. Başında duran adamın yüzünde beli belirsiz bir tebessüm vardı. Usulca ona doğru eğildi; nasılsın, diye sordu. O, tanrı beni cezalandırdı, diyebildi sadece, tanrı beni cezalandırdı..
Eşref KARACA ( DOSTYUZ )